Paylaş :

TUBA ŞATANA: BU DEVİRDE ESNAF OLMAK, ESNAF KALMAK…

TUBA ŞATANA: BU DEVİRDE ESNAF OLMAK, ESNAF KALMAK…
TUBA ŞATANA: BU DEVİRDE ESNAF OLMAK, ESNAF KALMAK…

….Ahşap çerçeveli camlı kapının üzerinde ‘itiniz’ yazar. Kapıyı hafifçe iter itmez, Feridun Bey, okuma gözlüğünün üzerinden bakarak elindeki gazetesini bırakır ve beni karşılamak için ayaklanır. Sıkıca ellerimi sıkar, o kibar, eski İstanbul beyefendisi tebessümü ile, ‘hoş geldiniz’ der…

Üç Yıldız Şekerleme’de geçen bir günümden alıntı..

TUBA ŞATANA: BU DEVİRDE ESNAF OLMAK, ESNAF KALMAK…

Kimdir bu esnaf, esnaf kelimesini kullanırken tanımını nasıl çerçevelemeliyiz de kimden bahsettiğim anlaşılsın; sözlükteki* esnaf tanımı şöyledir; esnaf; küçük bir çapta ticaretle veya el zanaatlarından biriyle uğraşan kimselere verilen ortak ad.

Benim için ise bir şehrin hafızasını oluşturan, tarihine tanıklık etmiş, bildiği işi layıkıyla yapan kimsedir esnaf. Her dükkanı olan esnaf değildir gözümde, esnaf olabilmek için bir terbiye, bir adap ve yaptığı işe saygı olmalıdır.

Esnaf, işini en ince ayrıntısına kadar bilmesi, uygulaması ve bunun sonucunda da yıllar içinde oluşmuş, devamlı müşterileri bir bütündür. Müşterilerinin ismini de bilir, ailelerini, çoluk çocuğu da, devamlı aldıkları ürünleri, alışkanlıklarını da. Müşterilerine gösterdikleri özen işlerinin ayrılmaz parçasıdır. Amaç, zaten hiçbir zaman bir günlüğüne para kazanmak, günü kurtarmak, ürünü satıp kurtulmak değildir.

Alın akıyla yıllar yılı aynı yerde hizmet verir onlar. O sokağın bir parçası olurlar. Şehrin emektarıdırlar, şehre değer katanlardır.

Benim için esnaf da aileden biridir. Sadece alışverişe değil, hal hatır sormaya, bir çaylarını içmeye, sohbet etmeye ve hikayelerini dinlemeye uğrarım dükkanlarına. Gelip geçen zamanları, nereden nereye geldiğimizi, eski İstanbul’u konuşuruz…

Reşad Ekrem Koçu esnafı, vaktiyle muntazam sınıflara ayrılmış sanatkârlar, dükkancılar olarak; esnaflığı ise, bir dükkanda işleyen veya öteberi satanların işi olarak tanımlar. Ayrıca tariki fütüvvet; yani mertlik, yiğitlik tarikatı ve tariki hirfet, yani zanaat yolu, zanaat tarikatı olarak da kitabında** bahseder.

Herkes esnaf olamazdı, keza 18.yy’da esnaf loncaları ve gedik sistemi vardı. Her önüne gelen lonca da kuramıyordu, dükkan da açamıyordu, dükkanların yerini de ferman olmadan değiştiremiyorlardı. Esnaflık, sınıflarına göre belli dengelerde sürüp gidiyordu. Gedik sahibi ölünce evlatlarına aktarılıyordu, işin başında durmak şart idi.

Tanıdığım, sevdiğim, olmazsa olmazlar dediğim birçok esnafım, uzun yıllardır tezgah başındalar, onlardan bir tane daha yok. Çocukları var, torunları var ama ya onlar çocuklarının işlerinin başında durmalarını istemiyorlar, zira yaptıkları işin zorluğunu çocukları çeksin istemiyor, ya da, çocuklar o kadar üniversite okuduktan sonra ‘bir dükkanı beklemek’ fikrine uzak. Peki, ne olacak onca yıllık emek diye sorduğumda ise acı bir tebessümle, ‘işte…’ cevabını alıyorum. Belirsizlik…

Bu hızlı tüketim devrinde bir dükkan sahibi olmak zor zanaat. Bir de değer bilen müşteri bulmak. O saatlerinizi alan lokumların, akidelerin değerini bilecek, anlayacak müşteri…

Bir de insanımızın her şeyi bir yerden almak istemesi, buna bizi şartlandıran zamansızlık düşünülünce, bir akide şekeri almak için Beyoğlu’na, turşu almak için Beşiktaş Çarşısı’na, peynir almak için Eminönü’ne gitmek, bir o kadar imkansız görünüyor.

İş böyleyken de marketler, büyük alışveriş merkezleri devreye giriyor. Ruhsuz, bol aydınlatılmış, aynı üniformaları giymiş, tebessüm bir kenara, yüzünüze bile bakmayan satış personeli ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Kartınızı uzatıp, poşetlerinizi dolduruyorsunuz paketli, tek tip ürünlerle ve arabalarımıza biniyor, hayatlarınıza devam ediyorsunuz… Şehrin ruhundan, sokaktaki seslerden, hayattan kopuk olarak. Belli bir süre sonra, arada da olsa uğradığınız esnafınızı, o minik dükkanlarını unutuyorsunuz, bir daha gitmemek üzere…

TUBA ŞATANA: BU DEVİRDE ESNAF OLMAK, ESNAF KALMAK…

Devrimizde esnaflığın iki düşmanı varsa, biri bu zamansızlık ve değer bilmemek, diğeri de Borçlar Kanunu. Esnaf, zamanı olmayan, eski müşterilerini kaybediyor günbegün, bir de üzerine Borçlar Kanununun 347. Maddesi geliyor; kiranın başlangıcından 10 yıl geçtikten sonra, kiracının sebep gösterilmeksizin tahliye edilebilmesi.

Zamanında el sıkarak anlaşılan, kiracı değil siz burada ev sahibisiniz, istediğiniz kadar kalın, burası sizindir denilen eski düzen anlaşmalarda kalan sözler maalesef unutulup gidiyor.  Diğer taraftan, sözleşmeleri bile olsa, bu kanundan yararlanıp, daha fazla kira getirisi tercih eden mülk sahipleri için paha biçilmez bir fırsat sunuyor bu yasa. Kaç senedir kiracı oldukları değil, onları çıkardıktan sonra o mülkün getireceği yüksek kira bedeli önem kazanıyor.

Sokaklardaki tek tük, eski İstanbul mozaiğini günümüze kadar yansıtan esnaf yavaş yavaş yok oluyor ve yerini her şehirde bulabileceğiniz zincir mağazalar alıyor. Buralarda satılan ürünler zaten Uzakdoğu malı, bir ucuz emek karşılığında ortaya çıkan ürünlerden oluşuyor çoğunlukla… El alan, zanaatkarlık isteyen, buram buram kültürümüz kokan, bu coğrafyanın  birikimlerini sunan ürünler olmaktan çıkıyor ve o her adım başı gördüğünüz, gördüğünüz gibi de unuttuğunuz objeler olmaktan ileri gidemiyor.

Beyoğlu Balık Pazarı’nın girişindeki o hediyelik eşya satan tezgahları gözünüzün önüne getirin, ne kadar da çoğaldılar değil mi… Farkında mısınız, balıkçılar da azaldı, tavukçu kapandı, Kadıköy Balık Çarşısı’nda adım başı bir kahve dükkanı açıldı, Güneşli Bahçe sokak ise bir restoran sokağı oldu olacak, başka esnaf kalmadı neredeyse, menüler de aynı ya, nerede başlayıp nerede bittiğini anlamıyorsunuz zaten lokantanın. Beşiktaş Çarşısı’nda da aynı durum hükmediyor.

Alışveriş, sadece evinizin erzakını almak oldu, eskisi gibi sosyalleşmenin bir parçası değil artık.

Hala dükkanlarının başında olan esnaf, daha ne kadar bizimledir bilinmez.

TUBA ŞATANA: BU DEVİRDE ESNAF OLMAK, ESNAF KALMAK…

Siz en iyisi, sevdiğiniz esnaf lokantasına gidin, masa paylaşın, tuzu uzatır mısınız lütfen deyin, kalkarken de masadakiler afiyet olsun… Bayramı beklemeyin akide şekeri, lokum almak için, hem çikolata yokken onlar vardı. Ne demişler, tatlı yiyelim, tatlı konuşalım, sevdiğiniz bir şekerciye uğrayın, dükkândaki o rengarenk kavanozlarda kalan çocukluğunuza geri dönün, 10 dakikalığına bile olsa… Mahalle kasabınıza gidin, gelen giden ahaliyle iki çift laf edin sıranızı beklerken, sonra da ustayla. O işinin ehli ellerini seyredin, yıllardır ayakta, o tezgahının arkasında mesleğine yıllarını vermiş o elleri seyredin…

Kaynak:

*Türkçe Sözlük, Ali Püsküllüoğlu, Doğan Kitap, 2004
** Tarihte İstanbul Esnafı, Reşad Ekrem koçu, Doğan Kitap, 2003
Tuba Şatana
Tuba Şatana

Yemek yazarı

İlginizi Çekebilir

Nespresso
Nude
Nude
IWSA Logo