Roma İmparatorluğu’ndan söz ettiğimizde öncelikle yapılması gereken bu büyük devletin tam olarak hüküm sürdüğü tarihleri ortaya koymaktır. Zira aslında Roma tarihi dediğimiz, Roma kentinin kurulduğu yıl olan MÖ 753’te başlar ve pek çok tarihçiye göre İstanbul’un Osmanlılar tarafından alındığı 1453 tarihine uzanır. Bunun içinde konumuz için önemli olan tarihsel dönem ise Anadolu’nun Roma egemenliğine girdiği MÖ 100’lü yıllardan başlayarak MS 3. Yüzyılın ortalarına kadar uzanan, Roma’nın altın çağı olarak biline dönemdir. Bu arada şunu da unutmamak gerekir ki her ne kadar Roma’nın doğusu özellikle 4. Yüzyıldan sonra Bizans ismiyle kulağımıza çalınmış olsa da aslında böyle bir isim hiç bir zaman kullanılmamış, modern tarihçiler tarafından uydurulmuştur. Yani Roma hep Roma olarak kalmış, başkenti Roma’dan İstanbul’a taşıdıktan sonraki yüzyıllarda bilir kendini hep öyle adlandırmıştır.
Yazımızda bu büyük tarihin özellikle son derece zengin olan ve bize o dönem yazarları tarafından yazılan pek çok makale ile detaylı biçimde ulaşan ilk dönemini, yani Roma İmparatorluğu’nun Anadolu’da ve dünyada altın çağını yaşadığı MÖ 1. Yüzyıl ile MS 4. Yüzyıl arasında kalan döneminin bağcılık ve şarapçılık kültürünü ele alacağız.
Roma, malum büyük bir bağcılık ve şarapçılık uygarlığıdır. Bu uygarlığın ana merkezi İtalya yarımadası olsa da verimli toprakları ve olağanüstü güzel iklimi ile Anadolu’nun bu kültüre katkısı hiç bir şekilde yadsınamaz. Bize Anadolu’nun bu büyük katkısını anlatanlar ise özellikle iki büyük yazardır. Yazarlardan ilki aynı zamanda bir toprakdaşımız olan, MÖ. 1. Yüzyılda yaşamış Amasyalı coğrafyacı Strabon, diğeri ise ondan yaklaşık 50 yıl kadar sonra, MS. 1. Yüzyılda Roma’da yaşamış olan Yaşlı Plinius’tur. Strabon, kendisinin yazdığı ve tarihin ilk coğrafya kitabı olan Geographika’da, Plinius ise toplamda 37 büyük kitaptan oluşan ‘Historae Naturalis’ yani ‘Doğa Tarihi’ adlı külliyatının 14. Kitabında bizi Anadolu topraklarındaki bu kültürün iki bin yıllık geçmişi konusunda bizi oldukça aydınlatmışlardır.
Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki bağcılık ve şarapçılık konusunda hayli detaylı anlatımda bulunan bu yazarların konularını özellikle Batı ve Güney Anadolu bölümünde yoğunlaştırmış olmaları dikkat çekicidir. Örneğin her iki yazar da İzmir’de, yani o dönemki adıyla Smyrna’da üretilen ve ilk kez kendilerinden yaklaşık 800 yıl kadar önce ünlü ozan Homeros tarafından zikredilen Pramneion şarabından söz ederler. Tarihte belki ününü bu kadar uzun sure koruyabilen tek şarap olan Pramneion şarabının ünü Anadolu’dan taa Roma’ya kadar yayılmış ve bu şarap Anadolu’nun belki de ilk ihracat ürünlerinden biri haline gelmiştir. İşin ilginci, Plinius şarabın geldiği bağı bile net biçimde tanımlanmaktadır: “Dahası, Homeros’un da övgüyle bahsettiği Pramniyon şarabı hala prestijini ve ismini korumaktadır. [Bu sarap] Simirna bölgesinde, Tanrı'nın anasının [Kibele] tapınağına yakın bir bağdan gelir.” Gaius Plinius Secundus, Historiae Naturalis, XIV.223)
Aynı yazar yine Pramneion hakkında şu satırları yazmaktadır: “Yine Homeros’un sözünü ettiği Pramnion da ününü halen korur. Smyrna Bölgesi’ne ait olan bu şarap (bağları) özellikle tanrıların anasının kutsal tapınağı civarında yetiştirilir. Pramnios şarabı Homeros zamanında sek içilmeyip, peynir, un ve bal ile karıştırılır. Anlatılanlara göre ne tatlı, ne koyudur, tok ve buruktur.”
Ege bölgesi denilince bağcılık kültürü ve şarap üretimi bakımından özellikle kıyılarda bulunan kentlerin isimlerinin zikredilmesi önemli olduğu kadar da anlaşılabilen bir durum olarak karşımıza çıkar. Şarap ekonomik açıdan değeri yüksek bir ihracat ürünü olduğuna göre üretiminin kıyı kentlerinde veya onlara yakın noktalarda yoğunlaşmış olması son derece doğaldır. Bu kentlerden biri de Klazomenai’dir. İzmir yakınlarında, günümüzde Urla İskelesi olarak bilinen bu bölge aslında zeytinyağı ve şarap kültürü açısından Roma dönemi öncesinden başlayan ve Roma Uygarlığı boyunca süren bir canlılığa sahiptir. Plinius Klazomenai şaraplarından söz ederken “ burada üretilen şaraplar, içlerine karıştırılan deniz suyu oranı azaltıldığından bu yana çok tercih edilir olmuşlardır. “ demektedir. Yaşlı Plinius ayrıca Ephesos yani Efes şarabının deniz suyuyla karıştırıldığından mideye zararlı olduğunu söyler ve kaynatılarak içilmesini salık verir.
Roma dönemi şarapları hakkında pek çok şey yazmış bir diğer Anadolulu olan MS 1. Yüzyılda yaşamış Anavarza’lı hekim Dioskorides ise MS 1. De Materia Medica adlı eserinde ‘Klazomenai ve Kos şarapları ise içlerinde çok miktarda deniz suyu bulundurdukları için hazmı kolay, nefes açıcı ancak mide ve sinirler için tahripkardır demektedir. Dioskorides ayrıca Ephesos yakınlarındaki Phygela’da üretilen Phygelites şarabından söz eder ve bu hafif şarabın mideye iyi geldiğini söyler.
Bu deniz suyu pratiği ise şaraplar için oldukça ilginç bir durumdur. Günümüzde pek çoğumuz için tiksindirici olan bu fikir, Homeros döneminden başlayarak çok uzun bir sure, hatta kısmen Bizans’ta dahi uygulanmıştır. Ancak şaraba deniz suyu katılmasından hemen hiç bir dönem yazarının övgüyle söz etmediğine bakılırsa bu uygulamanın pek de hoşa gitmediği, ama belki de ekonomik ve teknik bir zorunluluk nedeniyle yapıldığı düşünülebilir. Bu durumun nedeni günümüzde tam olarak bilinmemektedir.
Pek çok antik ve modern bilgi kaynağına göre Ionya sahilleri ticari açıdan önemli pek çok limana sahip olmuşlardır ve bu limanlardan amfolarla Pramneyôn ve Klazomenai şaraplarına ek olarak, Miletos [Balat, Söke], Pergamon [Bergama], Mindos [Gümüslük], Halikarnassos [Bodrum], Knidos [Datça] ve Telmessos [Fethiye] şarapları ihraç edildiği yazılmaktadır. Özellikle Miletos’un bal katılarak tatlandırılan şaraplarının da Roma’da çok büyük bir üne sahip olduğu söylenir.
Ege Bölgesi’nde Gediz Irmağı havzası boyunca içerilere girdiğimizde günümüzün Salihli’si, antik dönemin ünlü Lidya başkenti Sardes’e varırız. Kıyı kentleri ile birlikte Bu bölgenin bağları ve şarapları hakkında Geographika adlı eserinde yazan Strabon, “Mesogis (Aydın Dağları), Tmolos Dağı (Bozdağ) ve Katakekaumene (Yanık Ülke), Knidos, Smyrna ve diğer daha az önemli yerler, hem içmek hem de tıbbi amaçlar için kullanılan çok iyi cins şarap elde ederler.” demektedir.,
Anadolu’nun kuzeybatısına çıkıldığında Assos ve Truva yakınlarındaki Alexandreia Troas kentlerinde de son derece gelişmiş bir bağcılık ve şarapçılık kültürünün varlığı bilinmektedir. Bu bölge kentleri arasında şarap kalitesi ile öne çıkan kent ise günümüzün Lapseki’si, antik dönem ismiyle ‘Lampsakos’tur. Lampsakos hakkında Strabon şunları yazar: “Bir Fenike kolonisi olan Lampsakos Anadolu’da Misya’nin Hellespont sahilinde şaraplarıyla tanınan önemli bir kenttir ve Priapus kültünün baskentidir. Lampsakos’da özellikle Gergityum (Gergithium) diye anılan bölge şarap yönünden çok zengindir.”-Strabo, Geografika, 4.7.11
Anadolu’da şarap kültürü yalnızca batıda değil, iç bölgelerde de dikkat çekici düzeye ulaşmıştır. Örneğin günümüzde Eskişehir, Afyon, Ankara ve Çankırı yörelerini ifade eden eski dönem Frigya’sı ve Galatya’sı da önemli üretim merkezlerini barındırır. Örneğin Plinius Frigya’da Hydromeli adı verilen bir şarabın adını ve reçetesini yine Doğa Tarihi adlı eserinde vermektedir.
Günümüzde Bursa ve İznik’in merkezi olduğu eski Bitinya’dan da şarap konusunda iyi haberler gelmektedir. Ünlü hekimler Bergamalı Galenos ve Tralles’li (Aydın) Alexandros’un hastalara verdiği bazı reçetelerde Bitinya’nın büyük olasılıkla günümüz Uludağ’ının yamaçlarında yetiştirilen üzümlerden üretilen tatlı şarabı önerdikleri bilinmektedir. MS. 2 ve 3. Yüzyıllara ait Nikaia yani İznik sikkeleri üzerinde Ephialtes elinde şarap tulumu ile sinsice yürürken betimlenmiştir. MÖ 1. Yüzyılda ise sikkeler kentin kurucusu olduğuna inanılan, mitolojideki şarap tanrısı Dionysos betimlemelerini içerir.
Roma döneminde Anadolu şarapçılığı konusunda yazılanlar yalnızca Batı ve Orta Anadolu’dan ibaret değildir. Söz konusu dönemde Fırat ve Dicle havzası’nda, büyük olasılıkla günümüzde de aynı coğrafyada yetiştirilen Öküzgözü, Boğazkere gibi üzümlerden üretilen şaraplar konusunda Strabon şunları yazmaktadır: Melitene, Kommagene’ye [bugünkü Adiyaman civari] benzer, çünkü her tarafinda meyva agaçlari dikilidir ve bütün Kappadokya’da bunun böyle oldugu tek bölgedir. Ki [Melitine] bu sebeple yalnız zeytin üretmekle kalmaz, bunun yanısıra Ellen şarapları ile rekabet eden [kalitede] Monaritên şarabını üretir.” -Strabo, Geografika, 12.2.1. Burada Melitene’nin günümüzün Malatya’sı olduğu konusunda kuşku yoktur ve o dönemin Melitene’si Malatya dışında Erzincan’ın bir bölümü, Elazığ ve Adıyaman yöresini de kapsamaktadır.
Roma İmparatorluğu döneminde Anadolu dışında hiç bir toprağın tüm bölgeleri hakkında böylesine övücü sözlerin kullanılmaması Anadolu’nun, günümüzde de fiziksel olarak kanıtladığı, dünyanın en güzel bağcılık bölgeleri arasında başta gelenlerden biri olduğunun kanıtı olarak karrşımızda durmaktadır.
Yararlanılan kaynaklar:
Antik Çağda Bağ ve Şarap. Ersin Doğer, İletişim yayınları.
MURAT YANKI
Yazar, akademisyen
18 Yaşından büyük olduğunuzu teyit etmek için lütfen doğum tarihinizi girin.
Gün
13
01
31
Ay
Temmuz
Ocak
Aralık
Yıl
2024
1944
2024
BU SİTEYE GİRİŞ YAPABİLMENİZ İÇİN 18 YAŞINDAN BÜYÜK OLMAK ZORUNDASINIZ