“İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar düşsün suya yer yer erisin eski zamanlar sarsın bizi akşamda şarap rengi dumanlar bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan, ah Kalamış’tan…” demiş Behçet Kemal Çağlar ve bestelemiş Münir Nurettin Selçuk.
Bana çok anlamsız geliyor İstanbul’u sevmemek. Bazen benim de bıktım bu şehirden dediğim olmuyor mu, oluyor tabii. Ama aynı cümleyi İstanbul’dan bıktım diye kuramam asla. Çünkü bıkılan İstanbul değil; gülümsemeyen insanlar, trafik, kaos, sürekli yükselen binalar… Bir gün buradan gitmek zorunda kalsam bile tatile buraya gelirim mesela. O derece tutkunuyum.
Üniversite yıllarımdan beri en sevdiğim hobimdir benim, İstanbul, kadim şehir. Murat Belge’nin İstanbul Gezi Rehberi kitabını elime alıp sokak sokak gezmişimdir. Kütüphanenizde yoksa mutlaka alın derim. Çünkü adeta Murat Belge yanınızdaymış gibi gezdirir bu kitap size bu güzelliği. Bir kere bir doğa harikası, Haliç, Boğaz, Marmara denizi, Adalar, Karadeniz kıyıları, ormanları (evet azaldı ama hala var), surları, fenerleri, hisarları, sarayları, köşkleri, kuleleri, çeşmeleri, Balat, Kadıköy, Moda, Üsküdar, Eminönü, Sultanahmet, Yeşilköy, Beyoğlu, Nişantaşı, erguvan zamanı, ıhlamur zamanı, efsaneleri, hikayeleri, tarihi, yemekleri,şarkıları, şiirleri, meyhaneleri, bostanları, bağları, sokakları … daha ne sayayım işte herşeyi.
Düşünün ki her semtinde, her sokağında bir hikaye var. İşte ben de tam hikayelere parmak basacağım.Tabii ki de üzümle, şarapla ilgili olanlarına. Cevizlibağ, Şarap iskelesi sokak… Şimdi baktığımızda ne bağ ne bahçe getiriyor aklımıza. Ama eskiden öyle miymiş?
Hadi bir bakalım;
Şarap İskelesi Sokak: Galata kıyısında, Karaköy İskelesi’nden kuzeye doğru ilerleyen Kemankeş Caddesi’nin deniz tarafında , şimdiki Karaköy Lokantası’nın yanındadır. Bir zamanlar kuzeye doğru son iskele olan nokta, şarap sevkiyayatları bu bölgeden yapıldığı için bu adı almıştır. İstanbul’un eski şarapsever kitlesi önlerine konan her şarabı içmez Erdek, Şarköy, Bozcaada’dan bu iskeleye gelen özel şarapları tercih ederlermiş.
Cevizlibağ: Biliyorum şimdi anlatacaklarım rüya gibi gelecek, ama evet bu Cevizlibağ o Cevizlibağ; şu an E-5 olarak adlandırdığımız tam trafiğin sıkışmaya başladığı nokta, hemen Topkapı’nın ilerisindeki yer. Ve evet hem ceviz ağaçları, hem bağlar varmış burada. Uçsuz bucaksız yeşil araziler, yaylalar, otlaklar mesire yerleri… Osman Cemal Kaygılı “Köşe Bucak İstanbul” kitabında 30 çeşit üzümün yetiştiği bağları şöyle anlatır: “Topkapı’ya gelinceye kadar açık arabada yediğimiz rüzgar bize pek nahoş ve mayhoş gelmişti. Onun için bağlara girer girmez, hemen ikişer metre uzunluğundaki asmaların arasına sokulduk, her biri üçer yüz dirhemlik, birer okkalık rengarenk üzüm salkımlarının karşısında terimizi kuruttuk, sonra bağın asıl mesire yerine geçtik.” diyor ve ekliyor: “ Osman ve Remzi Bey’e ait olan bu numune bağında hamburg misketi, hurma, bey düğmesi, fıçı, zeynel, iskenderiye misketi, hafız ali, çavuş, beyaz hamburg, dimvat, rezaki, amasya, semenrofka, cepdelen ve daha isimlerini unuttuğum öyle üzümler var ki insan bunların hepsinden üçer beşer tane yiyeyim dese karnı davula döner”
Bağlarbaşı: Üsküdar sırtlarında bulunan semt de yine adını vaktiyle buraların bağlık, bostanlık olmasından alıyor. Çoğunlukla Ermenilerin yaşadığı bu arazilere eskiden “Vankı Bağları” denirmiş. Vank, manastır demek. Aynı bölgede Tunusbağı adlı bir cadde de bulunmakta imiş.
Bağcılar: Bu bölgeye ilk yerleşenler Bulgaristan göçmenleri olmuş. Bağlık bölgenin adı ise o zamanlar “Yeşilbağ” imiş. Kırktan fazla çeşit üzümün yetiştiği bağlar pek ünlüymüş. Tabii şimdi eser yok.
Kazıklıbağ sokak: Eyüp’te yer alan bu sokak aslında eskiden buralardaki tüm mevkiinin adıymış. Yine Osman Cemal Kaygılı’dan bir alıntıyla anlatmak en güzeli: “ Yaz akşamları biraz kuvvetlice bir dürbünle Çamlıca tepelerine baktığınızda, orada gezenlerin içindeki bildiklerinizi isimleriyle, cisimleriyle birer birer sayın! Hava, manzara ve tabii güzellik itibariyle İstanbul cihetinde bu kadar hoş, bu kadar şirin yer yoktur. Kazıklı bağın asıl sahipleri Toskalar denilen iki Hristiyan Arnavut kardeştir. Sağı bağ, solu incirlik, önü bostan, arkası nihayetsiz tarlalar… Cuma günleri Türk, Yahudi, Rum Ermeni karışık olarak gelir ve birlikte eğlenirler”
Sapan Bağları: Pendik’in Boşnak restoranlarıyla ve kuru etiyle meşhur bölgesi. Eskiden bağlar buradan Caddebostan’a kadar, yani göz alabildiğine devam edermiş.
Acıbadem’de Bağ sokak, Üsküdar’da Suzuz Bağ sokak, Kadıköy, Gaziosmanpaşa, Fatih’te Bağlar sokak, Samatya’da Şarap sokak, Kağıthane Buzbağ sokak, Kartal’da, Üsküdar’da Üzüm sokak, Viranbağ, Validebağ, Papazın bağı, Bağodaları sokakları …
Bir de adında bağ geçmeyen ama bağlarıyla meşhur semtler var. Mesela Erenköy. Arazileri çok verimli değildi ama parsel parsel bağları vardı diye anlatılır. Köşkleri bağları ve bahçeleri dillere destanmış. Cabernet Sauvignon ve Riesling bağları olduğuna dair de söylentiler var Erenköy’de. Türkiye’nin ilk yabancı önologların Marcel Biron kitabından aynen alıntıdır: “ 1870 senesinde Oeckerlin, Ali Paşa ve Rucani isminde üç zat İstanbul civarında Erenköy’de, Burgonya, Bojole ve Bordo üzüm cinslerini yetiştirmek üzere bir bağ tesis etmişlerdi. Dikilen bağ 70 hektar ve istihsal edilen mükemmel şarap sür’atle 2.000 hektılitreyi bulmuştur. Bu şarabın 250 litrelik fıçısı o zaman 150-160 franga satılıyordu.”
Adaları söylememe gerek var mı bilemiyorum.
Florya’dan Bakırköy’e kadar yine bağlık araziler anlatılır kaynaklarda.
Bu bağların bir çoğu mesire yeri olarak kullanılmış, üzümleri yenmiş, kurutulmuş, bir miktarda şarap üretilmiş.
Sonra ne mi olmuş? Said Kesler’in 1938 tarihli yazısından 19 yüzyıl sonlarında filoksera sebebiyle bağların yok olduğunu öğreniyoruz. Yine Marcel Biron filoksera ile ilgili şu notu düşmüş kitabında: “ 1885’te Kızıltoprak’taki Muhtarpaşa bağında ilk defa filoksera hastalığı görüldü. Bu hastalığın 1880 senesine doğru Fransadan getirilen çubuklarla memlekete girmiş olması muhtemeldir.” Yine sevgili Sabit Ağaoğlu ve Nail Oraman’ın yazdıkları kitapta filokseranın sorumlusu net olarak belirtilmiş. “ O zaman saray ahırları memurlarından çayır katibi Köse Rıza Efendi, Kuşdili civarındaki bağından nefis ve bol üzüm almak için, Fransa’nın filokseralı bölgelerinden, bilmeden, özel surette getirtmiş olduğu çubuklarla , yurdumuza filokserayı sokuyor. 15 yıl içerisinde Kızıltoprak, Maltepe ve Tuzla civarındaki yerli bağlar tamamen harap oluyor.” diyor ve kapsamlı olarak nerelere nasıl ulaştığını anlatıyor.
Tabii yapılaşmanın da etkisiyle şimdi bu alanlardan eser yok.
Şimdi İstanbul’da mahalle aralarında tek tük direnen asmalardan başka birşey görme şansımız yok. Ama yaz geldi, bağlar yeşerdi, çiçeklendi. En güzel zamanı. Atın kendinizi bağlara hadi!
Kaynak:
Köşe Bucak İstanbul, Osman Cemal Kaygılı, Selis Yayınları, 2009
İstanbul’un Alfabetik Öyküsü, Haldun Hürel, İkarus Yayınları, 2008
Avrupa üzüm cinslerinin Türkiye (Trakya) iklimine İntibakları, Marcel Biron, Tekel Basımevi, 1948
Türkiye Bağcılığının Bugünkü Durumu, Gelişme İmkanları ve Memleketimizde Mavcut Başlıca Sofralık, Kurutmalık ve Şaraplık Üzüm Çeşitleri Üzerinde Bir Araştırma, Nail Oraman- Sabit Ağaoğlu, Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakultesi Yayınları:348, Bilimsel Araştırma ve İncelemeler:221 , 1969
İstanbul Üzümleri, Gökhan Akçura, Mesa Yaşam Dergisi makale, ?
18 Yaşından büyük olduğunuzu teyit etmek için lütfen doğum tarihinizi girin.
Gün
13
01
31
Ay
Temmuz
Ocak
Aralık
Yıl
2024
1944
2024
BU SİTEYE GİRİŞ YAPABİLMENİZ İÇİN 18 YAŞINDAN BÜYÜK OLMAK ZORUNDASINIZ